Hakkında her kesimin kendine göre bir kanaat sahibi olduğu Şeyh Said gerçekte kimdi ve neye hizmet etmekteydi. Ayrılıkçı bir Kürt milliyetçisi miydi, yoksa bir İngiliz uşağı mı? Laiklik düşmanı bir gerici ve yobaz mıydı yoksa gerçek bir dini önder ve şehit miydi?
Darağacına doğru götürüldüğünde belki kendisi de bunu kendine sormuştu Şeyh Said. O şimdi niyetini tekrar tazeleyerek gerçek amacının ne olduğunu ve bu duruma nasıl geldiklerini düşünüyordu belki de.
1925 yılı kışı herkes için çok çetin geçecekti. Bu kışın yazı ise daha büyük felaketlerin habercisi olacaktı. Halbuki dünya savaşından sonra yenik bir Osmanlı ülkesi batılı güçlerin iştahını kabartıyor, her ülke kendine en güzel yerleri almak için kuduz köpekler gibi İslam ülkesine saldırma hazırlıkları yapıyordu. İşgalci güçlere karşı ülkenin dört bir yanında vatansever ve fedâkar erler bir araya gelip bir kurtuluş mücadelesi vermek için güçlerini birleştiriyorlardı. Araplar İngilizlerle iş tutup ayrı devletler kurma girişimine başlamışlardı bile. Kürtler ve Türkler için bu kadar kolay olmayacaktı. Kimileri İngiliz veya Amerikan mandası isterken kimileri bağımsız bir Kürdistan ve diğerleri Türk devleti için mücadele edilmesi gerektiğini savunmaktaydı. Sonuç olarak her iki halkın da büyük çoğunluğunun kanaati birlikte bir milli mücadele vermek üzerinde sabitlendi. Verilen canlar, dökülen kanlar boşa gitmemiş sonunda düşmanla bir barış anlaşması yapılması gündeme gelince yine bu iki halk birlikte bağımsız bir ülkeyi kurmaya karar vermişlerdi. Hilafet için, İslam için yapılan savaş sonuçlanmış ve yeni bir ülke kurulmuştu. Ancak çok kısa bir zaman sonra işler değişmeye başladı. İslam ile doğrudan bir bağ içeren hilafetin kaldırılmasını kafasına koyan Mustafa Kemal, belki de hilafet yanlılarının, ülke bağımsızlığını elde ettikten sonra kendisine teşekkür edip yeniden Osmanoğullarını tahta davet edip burayı bir İslam ülkesi ve şeriatın yürürlükte olacağı bir devlete dönüştürmelerinden korkarak tehlikeli bir yol ayrımına girdi. O, Hilafet yükünü tek başına Türkiye’nin kaldıramayacağını bunu tüm Müslümanların bir meselesi olarak gördüğünü ve gerekirse ilerki yıllarda Müslüman ülkelerden bir heyetin bu görevi üstlenebileceğinden bahsederek konuyu meclise getirdi. Yoğun tartışmalar neticesinde 3 Mart 1924’te Millet Meclisi’nde alınan karar ile halifenin hal’i, hilafetin kaldırılması ve Osmanlı Hanedanı mensuplarının ülke dışına sürgüne gönderilmesi onaylandı. Halifeliğin kaldırılması İslami esaslara yapılan ilk taarruz olacak ve arkasından birçok yeni hamleler gelecekti. Gerçekten bunu Şeyhülislamlık’ın kaldırılması Şer’iye mahkemelerinin ilgası Şer’iye vekâletinin kaldırılması, Tevhid-i tedrisat ile medreselerin kapatılması takip edince huzursuzluklar ve endişeler artmaya başladı. Milli Mücadeleyi birlikte gerçekleştiren liderler artık farklı yönlere doğru yönelmeye başlayacaktı. Rauf Bey, Ali Fuat ve Refet Paşalar, Kazım Karabekir ve diğer birçok sivil ve askeri şahsiyet Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası adıyla bir muhalefet grubu kurdular. Yaşanan gelişmeleri değerlendiren parti kurucuları meşhur “fırkamız dini düşünceye ve inanca hürmetkârdır” maddesi ile yapılan reformlara da bir cevap verme amacındaydılar. Ankara’da bunlar olurken doğu da kaynamaya başlamıştı. Kendilerini kandırılmış hisseden Kürtler hem hilafetten olmuşlar hem de eski birliktelik ve kardeşliğin artık mazide kaldığını görmekten son derece üzgünlerdi. Gazeteler de artık dine ait ne varsa alay konusu etmeye başlamışlardı.
İşte Şeyh Said burada tarih sahnesine çıkmış ve bir daha kendinden önceki gibi olmayan bir sürecin başlamasına neden olmuştur. Doğuda meydana gelen hoşnutsuzlukları bir şekilde devlete ulaştırmak, halkın istek ve beklentilerinin karşılanmasını istemek, alınan birçok kararın huzur ve birlikteliğe zarar vereceği konusunda hükümeti uyarmak arzusunda olan Şeyh Said bunları ifade etme imkânı bulamadan hızla gelişen olaylar neticesinde bir ayaklanmanın içerisinde kendini bulmuş ve olaylar hızla gelişmeye başlamıştır. Şubat ayı içerisinde etrafındakilerle birlikte bir kıyama başlayan Şeyh Said, Palu ardından Elazığ’ı ele geçirmiş, Diyarbakır’a yönelirken birçok bölgeye de önemli şeyh ve ağaları göndererek asker teminine çalışmıştır. Diyarbakır’ı zaptetmiş, yoğun çatışmaların ardından geri çekilmeye mecbur kalan Şeyh Said ve kuvvetleri bölgeye gelen Türk askeri kuvvetlerinin baskın çıkması neticesinde mevzi yenilgilere uğramış ve nitekim iki aylık bir mücadeleden sonra 15 Nisan’da yakalanarak Diyarbakır’a getirilmiştir. Bu iki aylık dönem Ankara hükümeti açısından son derece endişe verici olmuştur. Mustafa Kemal, sorunu bölgesel bir sıkıyönetim ilan etmekle ve yumuşak bir üslup ile çözmeye çalışan Fethi Okyar’ı baskı ile istifaya zorlayarak İsmet İnönü’yü başbakanlığa getirmiş ve bu andan itibaren sıkı askeri ve kanuni tedbirlere başvurulmasını sağlamıştır.3 Mart’ta olan bu gelişme hemen meyvelerini vermeye başlamıştır. İsmet İnönü başbakanlığa getirilince hükümete olağanüstü ve gerçekte diktatörlük yetkileri veren zecri bir Takrir-i Sükûn yasasını meclisten geçirdi(Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu). İki yıl için çıkarılan bu kanun toplamda dört yıl yürürlükte kaldıktan sonra 1929’da kaldırıldı. Yine biri Ankara’da diğeri doğuda olmak üzere iki adet özel yetkili İstiklal Mahkemesi kurulmasına karar verildi. Bu mahkemeler yerinde ve kısa yargı sonucunda itiraz edilemeyecek kesin idam yetkisine sahip olacaktı.
İstiklal Mahkemeleri Şeyh Said ve 46 arkadaşını 28 Haziran 1925’te idama mahkûm etti. Ertesi gün idamlar infaz edildi. Olaylarda menfi etkisi olduğu düşünülen Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası 5 Haziran 1925’tekapatıldı. Yine şeyhlerin ve tarikatların etkisini kırmak için tekke, zaviye ve türbelerin 30 Kasım 1925’te kapatılması kanunu kabul edildi. Artık yeni cumhuriyet kendisine inkılaplarında engel olabilecek en büyük muhalefet gücünü de kırmış oldu.
Buraya kadar özetlediğimiz olayların tarihi olarak ayrıntıları konuyu inceleyen tez ve kitaplarda mevcuttur. Yerimizin darlığı nedeniyle ayrıntılı tarihi detaylara girmiyoruz. Yalnız konuyu bitirmeden Şeyh Said isyanı ile ilgili bir takım mülahazalara da değinelim.
1. Bu bir isyan mı yoksa kıyam mı? Devlet ideolojisine göre bir isyan ancak dindar kesim ve Kürtler açısından bir kıyamdır. Resmi ideoloji ve tarih yazımının aksine yıllar içerisinde toplumda oluşan kanaat budur.
2. Şeyh Said bir Kürt devleti için mi yoksa şeriat için mi ayaklandı? Bu soru da çok saptırılmış bir konudur. Kimi ifadelerle Kürt İslam ayaklanması (Uğur Mumcu) kimi ifadelerle de gerici yobaz bir ayaklanma olduğu anlatılmaya çalışılmıştır. Tarihin galiplerce yazıldığı bir dönemde meydana gelen bu kıyam da bundan nasibini almıştır. Önceleri hükümet ile hükümete yakın basın organları tarafından bağımsız bir Kürt devleti kurulması için dinin alet edildiği bir ayaklanma olarak sunulan bu olay daha sonra tehlikeleri düşünülerek sadece
Cumhuriyet rejiminin reformlarına karşı gerici bir ayaklanma olarak sunulmuştur. Bizim açımızdan ise bu kıyam hem dini hem de milli bir renk içermekte veya diğer bir ifadeyle ne sadece dini ne de milli bir olaydır. Şahsiyetleri itibariyle Kürt (özelde daha çok Zaza), sünni ve tarikat şeyhleri ile bölgenin ileri gelen aşiret reisleri tarafından organize edilen kıyam yer yer Azadi gibi Kürtlerin bağımsızlığı için mücadele eden örgüt ve Cibranlı Halit Bey, Seyyid Abdulkadir, Bedirhaniler gibi şahsiyetlerle temasından dolayı da milli unsurlar içermektedir.
3. Hareketin içerisinde niçin aleviler yok? Bu hareket yapısı itibariyle yukarıda bahsettiğimiz gibi ağırlıklı olarak sünni Zaza aşiretlerin yer aldığı Bingöl, Diyarbakır gibi yerlerde meydana gelmiştir. Muş civarında ve Alevilerin yaşadıkları yerlerde Hormek ve Lolan gibi alevi aşiretler destek olmadıkları gibi hükümet yanlısı bir tutum içerisinde olmuşlardır. Bunun nedenlerini Hamidiye alaylarına kadar götürmek mümkündür. Aleviler sünni aşiretlere karşı yeni cumhuriyetin yanında yer almayı tercih etmişlerdir.
4. Şeyh (Hazret) Ziyaeddin, Bediüzzaman Said Nursi gibi önder şahsiyetler niçin bu hareketin içerisinde yer almadı? Martin van Bruinessen’in iddiasının aksine Müfid Yüksel’e göre Hazret, daha hareket başlamadan vefat etmişti. Norşin ve diğer şeyhler ile Said Nursi ise bu kadar kısa sürede gelişen ve hızla çatışmaya dönüşen olaylardan haberdar olup bir konum belirleyinceye kadar isyan bastırılmış ve Şeyh Said ve arkadaşları yakalanmıştı. Yine Hakkâri, Botan gibi bölge ağa ve beyleri de bu harekete katılmadılar. Muhtemelen zamanın darlığı ve iletişim kopukluğu bunun başlıca nedeni olsa gerek.
5. Hareketin başarısızlığa uğramasında kendi hataları yok mudur? Şüphesiz ki hareket kendi içerisinde zayıf noktalara sahipti. Bir kere hızla geliştiği için silahlanma ve teşkilatlanma zafiyetleri vardı. Aşiretler içerisinde özellikler Elazığ ve Diyarbakır ele geçirilmeye çalışılırken meydana gelen yağma hareketleri halkta kötü bir izlenim bıraktı ve Şeyh Said de bu yapılanlardan dolayı son derece üzülmüştü. Yine Şeyh Said’in bacanağı Binbaşı Kasım tarafından kendisine ihanet edilmesi neticesinde yakalanması da gizlilik ve karşı istihbarat konusunda hareketin zayıflığına en büyük delildir.
6. İngiliz parmağı için ne söylenebilir? Bu iddiayı resmi tarih çok sevmektedir. Ancak İnönü bile bu konuda ihtiyatlı davranmıştır. Musul meselesinden dolayı görüşmelerin sürdüğü bir zamanda isyan gerçekleşmiş ve bunda İngilizlerin gizli istihbarat ve desteklerinin olduğu düşünülmüşse de Türk tarafının eli zayıflamış, İngilizlerle çatışma halinde olan Irak Kürtleri’nde ise bir hayal kırıklığı oluşmuş ve İngilizler isyanın kanlı bir şekilde bastırılmasından dolayı dünya kamuoyunda bundan yararlanarak Musul ve civarının Türklere bırakılmasının bir hata olacağı noktasında kuvvetli bir argüman elde etmişlerdir. Nitekim 5 Haziran 1926 yılında İngilizlerle yapılan Ankara anlaşması ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti Misak-ı Milli sınırları içerisinde yer alan Musul ve Kerkük gibi yerlerden vazgeçmek zorunda kalmıştır.
7. Son olarak büyük dünya devletlerinde isyan eden bir kişi yakalandığında veya yenildiğinde genellikle öldürülmez aile ve maiyetiyle birlikte sürgüne gönderilirdi. Botan emiri Bedirhan Bey ve Kafkas Kartalı Şeyh Şamil buna örnek verilebilir. Ama yeni cumhuriyet rejimi, İttihat ve Terakki’nin Ermeni kırımının ardından, şimdi bir benzerini Kürtlere yapma azminde olduğunu gösterecek, bu şiddet yanlısı politikadan aleviler de nasiplerine düşeni alacaktı. Zamanın bize gösterdiği bir tecrübe olarak şiddetin şiddet ile karşılık bulması, sorunları çözmüyor aksine gelecek nesillere büyüterek ve daha da karmaşıklaştırarak bu sorunları miras olarak devrediyor.

Kaynaklar:
1.Modern Türkiye’nin Doğuşu, Bernard Lewis.
2.21. Yüzyıla Girerken Kürtler, Naci Kutlay.
3.Kürdistan’da Değişim Süreci, Müfid Yüksel.
4. Kürdistan Üzerine Yazılar, Martin van Bruinessen.

Davut Öz

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?