Konu ile ilgili ilk yazımızda da belirttiğimiz gibi insanlığın ilk edebî eserlerinin dinî içerikli olduğu bilinmektedir. Çünkü din hayatın her alanını kuşatmaktadır ve her alana müdahale etmektedir. Bu minvalde edebî eserlerin de dinin ahlâkını, kültürünü ve edebini dolaylı olarak yansıtması gerekmektedir. Edebî eserler direkt dinî bilgileri içermez ama Allah’tan bağımsız olduğunu iddia edemez. Edebiyat, İslâm’ı duygulaştırır ve somut örneklik haline getirir, dinî duygulara ruh üfleyerek bir nevi canlandırır.

Allah’ı işlemeyen bir edebiyatın edepten uzak olduğunu yakinen görüyoruz. Vahiy eksenli sanat ve edebiyat, insana İslâm ahlâk ve kültürünü benimsetir. Klasik edebiyatımıza baktığımızda İslâm kültür ve ahlâkını, İslâmî kaynakların ayak izlerini rahatlıkla görebiliyoruz. Çünkü Klasik edebiyatın kaynakları, Kur’ân-ı Kerîm, Efendimizin (sav) hadisleri, yine Efendimiz Resûlullahın (sav) örnek hayatı, İslâm tarihi; fıkıh, tefsir, akait gibi dinî ilimler; peygamberler ve kıssaları, melekler, evliya ve şeyhler, ehli tarik ve kerametleri, menkıbeler vs. yer tutuyor. Edebiyatımız, özellikle Batı eksenine girdikten sonra, vahiy ekseninden ve kültüründen uzaklaşmış; İslâm’sız, ruhsuz dahası ahlâksız, edepsiz bir edebiyata dönüşmüş ve zamanla halka ve toplumun değerlerine yabancı, aykırı, bohem bir edebiyat olmuştur.

Divan Tevhid ile Başlar

Klasik İslâm edebiyatı, kaynağı tevhid akidesine dayanan bir edebiyattır. Nasıl ki kelime-i tevhid olmadan iman olmuyor, tevhid olmadan da divan (şairin şiirlerini topladığı eser) olmuyor. Divan, şairi için önemli bir sanat eseri olmakla birlikte maddi getirisi olan bir eserdir de. Şair, eseri takdim ettiği kişiden ya yüklü miktarda bahşiş alır ya da padişahın yanında önemli bir makam elde eder ve böylelikle şair, bir nevi yeryüzünde cennete kavuşmuş olur. Kelime-i tevhid ahiret cennetinin anahtarı iken divandaki tevhid de dünya nimetlerini kazandırabilecek eserin anahtarı konumundadır.

Şairlerin divanı tevhid adı verilen bir şiir türüyle başlar. Tevhid nedir? Klasik edebiyatımızda Allah Teâlâ’nın varlığından, birliğinden, zât, sıfat ve fiillerinden, sonsuz kuvvet, kudret ve azametinden, eşsiz merhametinden bahseden, O’nun yüceliği karşısında başta insanoğlu olmak üzere bütün mahlûkatın aciz ve O’na muhtaç olduğunu anlatan genellikle kaside nazım biçimiyle yazılmış şiirlerdir (1). Eserlere besmele, hamdele ve salvele ile başlanır. Bu gelenek, sahabe dönemine kadar uzanan eski bir gelenektir. İslâmî edebiyatımızda, divanında tevhide dair manzume bulunmayan şair hemen hemen yoktur. Şair de bilir ki ahirette kelime-i tevhid olmadan dünya hayatının herhangi bir kıymet-i harbîyesi yoktur, onun için dünyada da eserinin değerlenmesi için tevhid ile başlaması gerektiğine inanır. İslâm ahlâkını, değerlerini, kültürünü benimseyen ve yaşayan her şair bilir ki sözün en etkilisi, ruha dokunanı, ancak sözü yaratanla başlandığı zaman değer kazanır ve hedefine ulaşır. Buna da sanat adı verilmiştir. Asıl sanatın Allah’ı aramak olduğunun bilincine varmışlardır.

Tevhidlerde Allah’ın varlığının şüphe götürmez gerçeklikte olduğu hem aklın hem de yaratılanların Allah’ın varlığına delil olduğu, her istediğine istediğini veren olduğu, bütün hata ve noksanlıklardan münezzeh olduğu, mucizevi yaratılışın sahibi olduğu gibi konular işlenmektedir. Muhibbî’nin (Kanunî Sultan Süleyman) tevhidinden alıntıladığımız aşağıdaki beyitlerde (2):

Dest-i kudretle yoğ iken âlemi vâr eyledin

Kimini müslim kılıp kimini küffâr eyledin

Hârdan güller bitirdin nahlden hurma-yı ter

İbret için kullarına hikmet izhâr eyledin

diyerek Allah’ın, alemi ve her varlığı yoktan var ettiğini, kimisini Müslüman, kimisini kafir olarak yarattığını, kullara ibret olsun diye mahlukatı mucizevi bir yaratışla yarattığını ifade etmektedir.

Fuzûlî, Leylâ ile Mecnûn adlı mesnevisinde tevhid bölümünde şu ifadeye yer vererek (3):

Zebân-i susen-i âzâd ü sebze-i nev-hîz

Senâ-yi rif’at ü iclâle oldular gûyâ

Şekâyik alñı zemin-bûsdan olup mecrûh

Benefşe kâmeti oldu tevâzû ile dü-tâ

“Yaratılan her şeyin dile gelerek O’nun (c.c) yüceliğini ve kusursuzluğunu övdüler ve yaratılan her varlık O’na lisan-ı halleriyle secdeye vardılar, tevazudan iki büklüm oldular.” diyor.

Birbirinin Tamamlayıcıları: Tevhid ve Münacat

Tevhidde Allah’ın varlığı, birliği, sonsuz kudreti, eşsiz merhameti, zatı, sıfatı ve fiilleri anlatılırken; münacat da ise şairin Allah’tan istekleri, duaları, yakarışları, kulun acizliği, günahları, ibadetlerinin eksikliği vurgulanır ve bağışlanması için de Allah’a yalvarır (4). Kelime anlamı olarak da “Allah’a dua etme, kısık sesle yalvarma, iki kişi arasındaki gizli konuşma, kulağa fısıldama” anlamlarına gelir. Kul da acziyetini ifade etmek için sözün güzelini seçmeye çalışarak sözün Rabb’ine yalvarır, eksikliklerini dile getirir, affını diler. Klasik edebiyatımızın farklı nazım biçimleriyle yazılabilen manzumelerden biri olan münacat, hemen her şairin divan ve mesnevisinde ya ilk ya da ikinci şiir olarak yerini alır. Genellikle ilk sırada tevhid ikinci sırada da münacat yer alır. Çünkü Allah’ın sıfatlar, zatı, sonsuz yaratıcılığı övüldükten sonra kul isteklerini sıralamaya başlar. Çünkü ilk bölümde acziyetini ifade etmiştir. Son dönem şairleri ve bazı Klasik edebiyat şairleri, direkt münacata başvurarak Allah’a yalvarmışlardır.

Tevhidlerde olduğu gibi münacatlarda da şairler Kur’ân-ı Kerîm’den ve Resûlullah (sav)’ın hadislerinden alıntılar yaparak İslâm’ın iki esas kaynağından faydalanmışlardır. Kul, kusurlarını dile getirirken her yola başvurmuştur. Yapmış olduğu amellerin eksikliğini belirtir, Allah’ın; kendisine ulaşamayacağı yolu göstermemesini, amelleriyle değil de rahmetiyle muamele etmesini diler. Fuzuli bir münacatında durumu şöyle ifade eder (5):

Yâ Rab hemîşe lütfunu et reh-nümâ bana

Gösterme ol tarîki ki yetmez sana bana

Yok bende bir amel sana şâyeste âh eğer

A’mâlime göre vere adlin cezâ bana

İnsanın, “korku ile ümit” arasında yaşaması gerektiği ifade edilir. Çünkü Allah’ın rahmetinden ümit kesilmez. Allah’ın rahmeti olmazsa kul, her saniye de kulluk yaparsa kurtuluşa eremeyeceğinin bilincindedir.

Yunus Emre iki farklı şiirinin beyitlerinde (6):

Ne ilmim var ne tâ’atim ne gücüm var ne tâkatim

Meğer kıla inâyetin yüzümüzü ak Çalab’ım

Rahîm durur senin adın Rahîmliği bize dedin

Mürşidlerin müjdeledi Lâ taknetû hitâb nedir

diyerek itiraflarını sıralar, acziyetini dile getirir ve beklentilerini bildirir. Kulun kendi ibadetlerine güvenmemesini şiirselleştirmiştir.

Son dönem şairlerinden olup fikirsel gel-gitleriyle tanınan şair ve fikir adamı İsmet Özel, Münacat adlı şiirinde ruhsal halini şiirle birleştirerek şöyle Allah’a yakarışta bulunmuştur (7):

Bunca yıl bu gücenik macera beni tutuklu kılan

artık bu yaşa erdirdin beni, anladım

gençken almadın canımı, bilmedim

demek gökten ağsa bile tohum yürekten düşecekmiş

çünkü hataya bağışık büyük hatadan beri nezaret yer

çiğ tanesi sanmak ne cüret, gözyaşıymış

insanın insana rapt olduğu cevher.

Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana ya Rabbi

taşınacak suyu göster, kırılacak odunu

kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde

bileyim hangi suyun sakasıyım ya Rabbelalemin

tütmesi gereken ocak nerde?

Yine son dönem şairlerinden merhum Cahit Zarifoğlu en sevdiğim şiirlerinden biri olan ‘Sultan’ adlı şiirinde yalvarmanın yollarından şöyle bir yol bize göstermektedir (8):

Seçkin

Bir kimse değilim

İsmimin baş harfleri acz tutuyor

Bağışlamanı dilerim

Sana zorsa bırak yanayım

Kolaysa esirgeme

Hayat bir boş rüyaymış

Geçen ibadetler özürlü

Eski günahlar dipdiri

Seçkin bir kimse değilim

İsmimin baş harflerinde kimliğim

Bağışlanmamı dilerim

İnsan, bir şeyi isterken nasıl istemesi gerektiğini de bilmelidir. “Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır.” der atalar. Resûlullah (sav) şöyle buyurmaktadır: “Kur’ân’ı tegannî etmeyen bizden değildir (9).” Teganni, kıratın, hüzünlü ve dokunaklı okunmasıdır. Başka bir hadis-i şerifte de Hz. Peygamber (sav), “Kur’ân hüzünle nazil oldu, onu okurken ağlayınız. Ağlayamıyorsanız, ağlar gibi okuyunuz (veya kendinizi ağlamaya zorlayınız (10).” Bu durumda istek ve dualarda hangi yöntem kuvvetli ise o yöntemi kullanmak gerekir.

Şairler de güzel ve övücü sözler kullanarak, kendi küçüklüğünü ve ancak kul olabileceklerini süslü sözlerle ifade ederek Allah’a yalvarmışlardır. Bizlerin de duası ‘Ya Rab, sen kendini nasıl övüyorsan biz de seni o şekilde övüyoruz ve bağışlanmayı diliyoruz.’ olsun.

Ahmet BİLEN

Kaynakça

1) Kara, Ömer (2016), Dîvân Edebiyatının Dinî Kaynakları (Fuzûlî’nin ‘Tevhîd’i ve Neşâtî’nin ‘Hilye-i Enbiyâ’sı), Marmara Ün, veristesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul, s. 41-42. 2) Çubuk, Vahit (1980), Dîvan-ı Muhibbî (Kanunî Sultan Süleyman’ın Şiirleri), Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul, s. 38. 3) Kaplan, Mahmut (2010), Tevhid Fuzuli, Etkileşim Yayınları, İstanbul, s. 17-18. 4) Pala, İskender (1996), Divan Edebiyatı, Ötüken Neşriyat, İstanbul, s.109-110. 5) Mazıoğlu, Hasibe (1992), Fuzûlî ve Türkçe Divanı’ndan Seçmeler, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, s. 60. 6) Tatcı, Mustafa (1990), Yûnus Emre Dîvânı (İnceleme Metin II), Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, Ankara, s. 700 ve 623. 7) Özel, İsmet (2000), Bir Yusuf Masalı, Şule Yayınları, İstanbul, s. 15. 8) Zarifoğlu, Cahit (2014), Bütün Eserleri 1: Şiirler, Beyan Yayınları, İstanbul, s. 514. 9) Buhârî, Tevhid, 32, 44. 10) İbn Mâce, İkametüssalah, 176.

 

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?