Tunus’un Sidi Buzid kasabasında 2010 Aralık ayında gerçekleşen küçük bir hadise, kimsenin öngöremediği olaylar silsilesinin başlangıcı oldu. Tarihte doğal olarak gerçekleşen ender olaylardan biri olan bu mesele, sonuçlarının nereye gideceğini daha da kestiremediğimiz bir şekilde devam ediyor. Avusturya-Macaristan veliahtı Arşidük Franz Ferdinand’ın 1914’te Saraybosna’yı ziyaretinde, Belgrad Mason Locasına kayıtlı Sırp Gavrilo Princip tarafından suikast ile öldürülmesi nasıl ki 1. Dünya Savaşı’nın fitilini ateşlemişse, bu olay da Ortadoğu’daki kukla yönetimlerin domino etkisiyle yerle bir olmalarının işaret fişeği sayılır.
Muhammed Buazizi ismindeki seyyar satıcı, 17 Aralık 2010 tarihinde bir Cuma günü sabahın erken saatlerinde meyve-sebze tezgâhını kurduğu yerde, kadın bir belediye görevlisinin hakaretine uğrar. Yetim olarak büyüyen, ailesine bakmakta olan ve bunun için de okulunu bırakan bu seyyar satıcıya hakaret etmekle kalmayan kadın zabıta, tezgâhını elinden almak ister. Emanet aldığı tartısını kurtarmak isteyen Muhammed’e kadın hem tokat atar hem de ölmüş babasına hakaret eder. Gelen diğer belediye görevlileri kadına yardım ederler ve Buazizi’nin araba tezgâhını elinden alırlar. Birkaç defa belediyeye gidip tezgâhını istese de hakaretten başka bir şey işitmez. Daha fazla tahammül edemeyen Muhammed, gözü dönmüş bir şekilde gidip benzin alır. Belediye önüne gelip benzin bidonunu üzerine boca eder. Herkesin şaşkın bakışları altında çakmağı çakıp kendini yakar. Buazizi, ağır yaralı bir şekilde etraftakiler tarafından hastaneye kaldırılır. Muhammed, nasıl bir ateş yaktığının farkında değildir.
Halk meseleyi öğrenince, belediye binasının önünde toplanıp yönetime karşı sloganlar atar. Bu olay, ülkeyi demir yumrukla yöneten Tunus diktatörü Zeynelabidin bin Ali’ye karşı ilk ciddi protesto eylemidir. Muhammed Buazizi’nin kuzeni Ali, cep telefonundan çektiği eylem görüntülerini akşam saatlerinde Facebook’a atar. Aynı gece Katar’ın El-Cezire televizyonu bu görüntüleri yayınlayarak hem Tunus’un hem de tüm dünyanın yaşananları görmesini sağlar. Birkaç gün içinde Kassarin şehrinde halk sokağa çıkar. Barışçıl gösteriler düzenleyen halkın üzerine rejim tarafından ateş açılır ve onlarcası öldürülür. Hastaneler, gelen yüzlerce yaralıya bakamayacak hâle gelir. Halk çok öfkelidir. Çünkü kendi vergileriyle alınan silahlarla öldürülmektedir. Olaylar tüm Tunus’a yayılır. Başkentte yüzbinlerce kişi bin Ali yönetiminin devrilmesini istemektedir. Halkın üzerine keskin nişancılar tarafından ateş açılıyordur. Fakat bu devlet şiddeti, göstericilerin daha da kalabalıklaşmasından başka bir işe yaramaz.
Zeynelabidin bin Ali, İçişleri Bakanını görevden alıp halkın tansiyonunu düşürmek istiyordu. Hatta Muhammed Buazizi’yi hastanede ziyaret bile etmişti. Fakat bütün bu samimiyetsiz hareketler, gösteriş budalası bin Ali’yi küçük düşürmekten öteye geçemedi. Muhammed, 4 Ocak 2011 tarihinde hastanede vefat etti. Cenazesi defnedildikten sonra tüm Tunus’ta eylemler yapıldı. Bin Ali, 14 Ocak tarihinde ailesini de yanına alarak devlet hazinesinden çaldığı altınlarla birlikte uçakla yurt dışına kaçtı. Böylece Tunus halkı, 1989’dan beri kendilerine kan kusturan bin Ali’yi ve onun köhnemiş Sosyalist Milliyetçi Baas rejimini devirmişlerdi. Bu olay, bir yerlere sırtını dayayan Fransız ve Bolşevik ihtilalleri gibi değildi. Dünya tarihindeki en temiz halk devrimlerinden biriydi.
Aslında Yasemin Devrimi’ni sadece bir seyyar satıcının eylemine bağlamak yanlış olur. İşsizlik, fakirlik, rüşvet, hırsızlık, iltimas, devlet görevlilerinin şaşaalı hayatları, bozulan ahlaki yapı gibi nedenler, bin Ali yönetiminin sonunu getirmişti. Yaklaşık 11 milyon nüfusa sahip Tunus’ta, iki yüz bine yakın kişi ya doğrudan ya da dolaylı olarak bin Ali yönetimine istihbarat sağlıyordu. Devlet memuru olanların çoğu liyakat sahibi değillerdi. Basın yayın kuruluşları tamamen rejim adına çalışıyordu. Medya; halkın çektiği sıkıntıları değil de bin Ali ailesinin ultra lüks hayatını magazinleştiriyordu. Ülkede en büyük muhalefeti, Müslüman Kardeşler Teşkilatına yakın olan En-Nahda Hareketi yapıyordu. Fakat rejim, farklı görüşlere hayat hakkı tanımıyordu. Daha lisedeyken Tunus ile ilgili okuduğum bir gazete haberini unutamıyorum… Doğum yapmak için hastaneye getirilen hamile bir bayanın, başörtülü olduğu için Laik-Seküler bin Ali yönetimi tarafından geri çevrildiği haberini… Tunus halkı buna daha fazla dayanamadı. Tunus Devrimi; özgürlük ve insanca yaşam, inanç ve ortak değerlerin bütünleştiği tertemiz bir devrim olarak dünya tarihindeki yerini alacaktır.
Bu devrimi daha değerli kılan şey ise, oluşturduğu domino etkisiydi. Tunus’tan sonra, Mısır, Libya, Suriye, Bahreyn, Ürdün, Yemen, Suudi Arabistan, Umman, Moritanya, Kuveyt, Fas, Cibuti, Lübnan, İran, Irak gibi ülkelerde ciddi gösteriler yapıldı. Mısır ve Libya’da diktatörler devrildi, diğer yerlerdeki halk ayaklanmaları ise bazı ülkelerde günümüzde de devam etmektedir. Gösteriler çoğunlukla Arap Devletlerinde yapıldığı için bu süreç ‘Arap Baharı’ olarak adlandırıldı. Fakat Batılı devletlerin Arap Baharı’nı Arap Kışına çevirmek için bu sürece müdahalesi gecikmedi. Ülkelerdeki askeri unsurları ve kendilerinin yönlendirdikleri terör gruplarını devreye soktular. Aslında en büyük korkuları, bu ülkelerin tamamında diktatörlüklere karşı en büyük muhalif güç olan ve şiddete karşı olan Müslüman Kardeşler’in iktidarları devralmasıydı. Nitekim korktukları şey, Mısır’da başlarına geldi. Diktatör Hüsnü Mübarek’i deviren halk, yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde İhvan’ın adayı Muhammed Mursi’yi iktidara getirmişti.
Muhammed Mursi’nin bir yıldan daha kısa süren Cumhurbaşkanlığı sürecinde Mısır, Filistin ve özellikle Gazze halkı rahat bir nefes almış, komşu ülkelerle ciddi anlaşmalar yapılmış, bundan da en çok İsrail rahatsız olmuştu. İsrail; ABD ve diğer batılı devletlerle beraber, Suudi Arabistan ve BAE’yi de yanına alarak Mursi yönetiminin Sisi tarafından askeri bir darbeyle devrilmesini gerçekleştirmiştir. Müslüman Kardeşler’in Rabia Meydanındaki milyonluk sivil eylemlerine darbeci askerler vahşi bir şekilde müdahale etmiş, binlerce Müslümanı şehit edip on binlercesini yaralamışlardır.
Arap Baharını Arap kışına döndürmek için ellerinden gelen her şeyi yapan Batılı güçler, demokrasi gibi kavramların helvadan putlar olduğunu, acıktıklarında bu putları hemen yediklerini tüm dünyaya utanmadan göstermişlerdir. Fakat emperyalist devletlerin hesaplarını bozan şey; kendisine yapılan onca vahşete rağmen İhvan, kendi halkının girebileceği bir şiddet sarmalına müsaade etmemiştir. Öldürülmüşler, fakat öldürmemişlerdir. Bunu da daha çok ölümleri önlemek ve iç savaş tehlikesini bertaraf etmek adına yapmışlardır ve bunda başarılı da olmuşlardır. Zaten İhvan-ı Müslimin, sebep ne olursa olsun Müslümanların birbirleriyle savaşmalarına karşı çıkan bir harekettir. Fakat İslam düşmanlarına karşı da bir o kadar serttirler. Kendisine bağlı Filistin kolu olan Hamas’ın, İsrail’e kök söktürmesi şaşılacak bir şey değildir. Tunus’ta bir seyyar satıcının kendisini yakmasıyla başlayan devrimler, uzun yıllar boyunca acımasız diktatörler tarafından yönetilen Ortadoğu halklarının korkularını öldürdükleri anlamı taşımaktadır. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Buna engel olamayan karanlık eller, bu devrimlere kendi istedikleri gibi şekil vermeye çalışmaktadırlar. Bu ülkelerdeki hain işbirlikçi yönetimler ile şu an için istedikleri gibi at koşturup istedikleri vahşeti yapsalar bile, kendilerini bekleyen acı sondan kurtulamayacaklardır.1
Yıllarca “Diktatörlükle yönetilen Arap ülkelerinin halkları bu yönetimlere neden başkaldırmıyorlar?” diye kendilerini yiyip bitiren seküler-laik kesimler, (sözde) insan hakları hareketleri ve (güya) anti-emperyalist sol gruplar, Arap Baharı başladıktan sonra kafalarını kuma gömdüler. Destek vermek bir yana, bu halk hareketlerini manipüle etmek için akla hayale gelmeyen yalan senaryolar icat ettiler. Katledilen milyonlarca insanı görmezden geldiler. Hâlbuki her şey herkesin gözü önünde cereyan ediyordu. Bu hususta en iyi örnek Suriye Devrimidir. 1982 yılında Hafız Esed’in Müslüman Kardeşler’in kalesi olan Hama şehrinde yaptığı katliam hafızalardaki yerini korumaktadır. Tam 40 yıl boyunca vahşi Esed rejiminin zulmü altında inleyen Suriye halkı Dera şehrinde başkaldırdı. Rejim 2013 yılına kadar dayanabildi. Muhalifler Esed’in sarayını ele geçirmek üzereydiler. Fakat 1980 yılından beri mezhebi taassupla rejime destek veren İran, artık açık bir şekilde katliamlara ortak olmaya başladı. Ortadoğu coğrafyasının her yerinden Şii milisler topladı. İŞİD, bu iğrençliğin tuzu biberi oldu. 2015 yılında Rusya’nın da açık destek vermesiyle muhalifler kazandıkları mevzilerin neredeyse tümünü kaybettiler. Bombalanan şehirler, parçalanan bebekler, tecavüze uğrayan kadınlar, mülteci olarak sınırlara akın eden siviller, Akdeniz’de boğulan çocuklar… Bunların hiçbiri Batıyı ve onlara destek verenleri ilgilendirmiyordu. Çünkü onların en büyük korkusu, halk hareketlerinin İslami devrimlere dönüşmesiydi. Bu yüzdendir ki; insani, ahlaki, fıtri, vicdani her türlü değerden ödün verdiler. Arap Baharının belki de en önemli kazanımı, bu grupların gerçek yüzlerinin ortaya çıkması oldu.
Batının en büyük korkusu, Arap Baharının Müslüman Kardeşler Hareketini daha güçlü hâle getirmesiydi. Çünkü Arap ülkelerinde en güçlü, en derli toplu, en organize hareket İhvan Hareketiydi. Nitekim bu korkularıyla hemen yüzleştiler. İhvan, Mısır’da iktidara geldi. Diğer ülkelerde ise en büyük mücadele yine İhvan veya İhvana yakın grupların öncülüğünde gerçekleşti ve bu mücadele hâlen devam etmektedir. Aslında kendilerinin fonladığı, dini kılıf altında faaliyet yürüten birtakım örgütler, mezhepçi oluşumlar ve tekfirci gruplar, Batı için herhangi bir sorun teşkil etmemişlerdir. Hatta yaptıklarıyla onların ekmeğine yağ sürmüşlerdir. Bu grupları, İslam’dan ve Müslümanlardan soğutma işinde aparat olarak kullanmışlardır. Fakat her türlü aşırılıktan uzak olan Müslüman Kardeşler Hareketi, onların bu heveslerini kursaklarında bırakmıştır. Bu yüzdendir ki, küresel cinayet şebekelerinin hedef listesinin başında her daim İhvan Hareketi bulunmaktadır. Yani genelde hedefleri Müslümanlar, özelde de Müslüman Kardeşler Hareketidir.
Hali hazırda Müslüman Kardeşler Hareketinin mevzi kaybettiğini, başta Mısır olmak üzere pek çok ülkede bu harekete gönül verenlerin zindanlara atıldığını, katledildiğini, mal varlıklarına el konulduğunu ve birçok zulme maruz bırakıldığını görüp de “İhvan kaybetti” diyenler, bu hareketi iyi tanıyamamış kişilerdir. 94 yıllık tarihinde birçok imtihanla sınanan bu hareket, her seferinde daha güçlü bir şekilde yoluna devam etmiştir. Bilinmelidir ki, Müslüman Kardeşler Hareketinin galip gelememe diye bir korkusu yoktur. Zaten tek gayesi Allah’ın rızasını kazanmak olan bir hareketin böyle bir korkusu da olamaz. Müslüman Kardeşler Hareketi; Kur’an ve Sünnet çizgisinde olan, ifrat ve tefritten uzak kalmış, her türlü aşırılığı terk etmiş, hiçbir devlet veya kuruma sırtını dayamamış, İslam’ın ve Müslümanların lehine olan her konuda fedakârlık yapmış, fabrikalardan spor salonlarına, eğitim kurumlarından kültürel etkinliklere kadar her türlü faaliyeti Müslümanların ilerlemesi için gerçekleştirmiş bir harekettir.
Müslüman Kardeşler Hareketinin kurucusu Şehit İmam Hasan el-Benna’nın sözleriyle yazımızı bitirelim:
“Eğer size ‘Davetiniz neyedir, insanlığı neye çağırıyorsunuz?’ denirse cevabınız şu olsun: ‘Allah Resûlü’nün (s.a.s) getirdiği İslam’a çağırıyoruz. Yönetim de onun bir parçasıdır. Hürriyet ise onun farzlarından bir farzdır. Davetimiz işte bunlaradır.’ ‘Bu, doğrudan doğruya siyasettir’ diye itiraz ederlerse, ‘İslam’ın ta kendisidir bu, biz bu tür bölümleri, dilimleri bilmeyiz’ deyin. Şayet ‘Siz devrim davetçilerisiniz’ derlerse, buna da şu cevabı verin ve deyin ki: ‘Biz Hakkın ve barışın davetçileriyiz, buna inanıyor ve bununla şeref duyuyoruz. Şayet siz bize karşı çıkar ve davetimizin yolu üzerinde durursanız, bu durumda Allah (c.c.) kendimizi savunma konusunda bize izin vermiştir. Siz ise zalim intikamcılar konumuna girmiş olursunuz.’ Bu kez, ‘Çeşitli kişi ve heyetlerden yardım görüyorsunuz’ diyebilirler size. Hemen cevap verin: ‘Biz yalnız Allah’a inandık ve sizin putlarınızı tanımıyoruz’ Söyleyecek söz bulamayıp saldırgan bir tavır içine girecek olurlarsa ‘Size selam olsun, biz cahillerle ilgilenmeyiz’ ayetiyle karşılık verin.”2
Kaynakça
1) Kayıp Devrim, Ferit Yavuz, Elvan-Nida Yayınları, Sayfa: 15-19) 2) Hasan el-Benna, Ahmet Emin Dağ, İlke Yayıncılık, s. 100.